13 Ağustos 2014 Çarşamba

Paulo Coelho

Kişisel menkıbesinin peşinden koşan Endülüslü bir çoban... İspanya'dan Mısır'a kadar uzanan hazineyi arama serüveni... Masalsı ve mistik bir başyapıt. Şüphesiz okuduğum kitaplar arasında 'insanı satırların arasına gömen' nitelikte bir roman. Daima hayallerinin peşinden giden bir insan, yaşadığı zorluklar karşısında güçlü kalmayı insana aşılayan bir yapıt. Bir de aşk... Fatima aşkı... İspanya'dan kalkıp da kaderini Mısır'da bulmak... 

Dünyaca ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho'nun üçüncü romanı olan Simyacı, bir romandan ötürü hayatın içindeki sorulara karşılık yanıtlar veren, yaşam ve ahlak dersi verici bir nitelik taşımaktadır. Bazı okurlar kitabın bu denli sevilmesinin ve okunmasının nedenleri arasında kitabın kılavuzluk niteliği taşımasını göstermektedirler. Bu kitabı doğum günümde arkadaşım Funda, doğum günü hediyesi olarak vermişti bana. İlk zamanlar okumak istemedim. Kitaplığımda bir müddet misafir olarak yer aldı. Daha sonra kitabın ilk satırlarını okumaya başladığımda kendimi, kitabın insanı büyüleyici bölümünde buldum. Son hatırladığım zaman ise kitabın son kelimelerini okuyordum.

Şüphesiz ki kitabı okuyan her insan kendi yaşamına dair soruların da cevabını arayacaktır elbette. Kendinden bir parça bulacaktır Endülüslü çobanın hayatında. Bazen okur, kendini çobanın yerine koyacaktır ve sanki romanın içinde yer alan bir karakter gibi hissedecektir kendini. Kendine okuduğu romanda bir yer bulmak isteyecektir. 

Kitabın içinde yer alan olaylar dizgisini yazmak istemiyorum. Çünkü bu, kitabı okumayanlar için spoiler nitelikte olacaktır. Sadece yüzeysel olarak kitabın ne nitelikte olduğu, hangi özellikleri barındırdığı, insanı ne derecede satırların arasına çeken bir büyüye sahip olduğunu belirtmek istedim. 

Çoğu zaman izlemediğimiz filmler, okumadığımız kitaplar üzerinde ön yargılarımız bulunur. Kitabın ilk satırlarını okumaya başladığınız zaman bu ön yargıların kağıttan bir kale gibi yıkıldığını göreceksiniz. Okunası, ders verici, hayata dair gerçeklerin, arzuların, isteklerin, hayallerin ne denli önemli olduğunu ispat eder nitelikte bu yapıtı okumanızı tavsiye ederim. Kesinlikle pişman olmayacaksınız. 

Resimli Benzer Yazı Eklemeblogger yardım
TÜBİTAK

TÜBİTAK'ın ilk kez 2012'de hazırladığı Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi ile her yıl Türkiye'nin en girişimci ve yenilikçi üniversitesi belirlenmektedir. 

Girişimci ve Yenilikçi Üniversite Endeksi ile üniversiteler, bilimsel ve teknolojik araştırma yetkinliği, fikri mülkiyet havuzu, işbirliği ve etkileşim, girişimcilik ve yenilikçilik kültürü ile ekonomik katkı ve ticarileşme boyutları altında 23 göstergeye göre sıralandı. 23 göstergeden oluşan endeks kapsamında yaklaşık 900 bin hücrelik veri seti 6 aylık yoğun bir çalışma sonunda toplandı ve çeşitli kontrollere tabi tutularak değerlendirmeye alındı. Toplam 144 üniversite hesaplamaya dahil edildi.

Benim eğitim gördüğüm okul olan Anadolu Üniversitesi 13. sırada yer alıyor. Sıralamada Anadolu Üniversitesi'nden üstün olan sadece 5 devlet üniversitesi bulunmaktadır. Diğerleri özel üniversitelerden oluşmaktadır. Değerlendirme sadece devlet üniversitelerine göre yapılsaydı, Anadolu Üniversitesi rahatlıkla adını ilk 5'e yazdırabilirdi.

12 Ağustos 2014 Salı

Ne kadar biliyoruz?

Bilmek nedir biliyor muyuz? Sevmek nedir biliyor muyuz? Ne, nedir biliyor muyuz?

Ben dahil, okul zamanımızda öğrendiklerimizi kaçımız biliyoruz? Ne kadarını biliyoruz? Ne kadarını hatırlıyoruz? Ülkemizde bulunan tarihi yapıtlar hakkında ne biliyoruz? Neyi kim yaptı, biliyor muyuz? Bu neden yapıldı, diye soruyor muyuz? Tarihimizde yer edinen büyük insanları biliyor muyuz? Neler yaptığını, neden yaptıklarını biliyor muyuz? Değerlerimizin değerini biliyor muyuz? Selimiye Cami'yi kim yaptı biliyor muyuz? Bir müslüman olarak dinimizin gereklerini tam olarak biliyor muyuz? Kaçımız kaldırımlarda bulunan sarı çizgilerin engelliler için yapıldığını biliyorduk?

Dünyanın öbür ucundaki Justin'in şarkılarını ezbere bilirken, ülkemizin değerli sanatçılarının şarkılarını biliyor muyuz? Yabancı müzikleri dinleyerek kendi müziğimizi yozlaştırdığımızı biliyor muyuz? Her gün kullandığımız ok, kib, slm, aeo, nbr, part-time gibi sözcüklerin dilimizi yozlaştırdığını biliyor muyuz? Kendi dilimizin değerini biliyor muyuz? Amerika, İngiltere gibi ülkelerin bayraklarının basılı olduğu tişörtleri giyerken, kendi ülkemizin şanlı bayrağının değerini biliyor muyuz?

Biz bilmeyen bir toplumuz; sormayan, araştırmayan, öğrenmeyen; ezberci bir toplumuz. Günü kurtarmak için yaşayan bir toplumuz. Kendi çıkarlarımız uğruna yaşayan bir milletiz. Cümlelerimi şu alıntı sözle bitirmek istiyorum: Günün adamı olmaya çalışma, Hakikat'ın adamı olmaya çalış. Çünkü gün değişir, Hakikat değişmez.

Anlayana...

8 Ağustos 2014 Cuma

Tuna Özkurt

Sabah saatlerinde çıktı evinden. Her zamanki yaptığı gibi yine sonu olmayan yollarda yürüdü. Yalnız yürürdü her zaman. Sorsanız "ben hiçbir zaman yalnız değilim" derdi. Herkes onun yalnız olduğunu biliyordu. Herkes onu 'yalnız' zannediyordu. O ise her zaman inkar ediyordu.

Sonu bitmeyen yolda yürürken bank gördü ve biraz soluklandı. El ele ve kol kola yürüyen insanları gördü. İç sesi şöyle dedi: Sen yalnız değilsin. Evet, değilim dedi ve gülümseyerek sonu bitmeyen yolda tekrar yürümeye başladı.

Birden hava kararıverdi. Der demez yağmur bardaktan boşalırcasına yağmaya başladı. Sırılsıklam yürümeye devam etti. Herkes şemsiyesinin altındaydı ama o ıslanmayı tercih etmişti. Yağmur damlalarının teniyle temas etmesini kavuşmak olarak görüyordu. Yağmur gittikçe şiddetini arttırmıştı. Herkesin gözü önünde yağmur damlaları gibi yere düştü. Toprağa düşmesini kavuşmak olarak benimsiyordu. İnsanlar aniden başına toplandı. Zar zor nefes alıyordu. Derken gözleri yarı açık, eli kalbinde: "Ben yalnız değildim. Yalnızlık Allah'a mahsustur. Ben ise şimdi ona kavuşuyorum" diyerek hayata gözlerini yumdu.

5 Ağustos 2014 Salı

TBMM

Dünyanın en popüler spor dalı futbola rakip geliyor: Boks maçları. Bu boks maçlarının farkları var: Eldiven ve şort yerine takım elbise giyilir. Maçlarının oynandığı mekan da farklı: Türkiye Büyük Millet Meclisi. Hakem yok, kazanan ve kaybeden yok. Dayak yiyen milletvekilleri ve dayak atan milletvekilleri var. Yumruk var, kan var, acı var ve şaşkınlık verici olaylar var.

Dokunulmazlık... Onların dokunulmazlığı yok. Ne yapsalar yanlarına kar kalıyor. Ne de olsa hesap sorulamıyor. "Bir tane de ben vurayım da hırsımı alayım, ne de olsa dokunulmazlığım var" diyenlerin bulunduğu TBMM'de kavgalar haddi hesabını aşıyor artık. Her ay aldıkları yüksek maaşlar, gıcır gıcır takım elbiseleri ve makam araçları... Daha ne istiyorsunuz? Zaten bir şey yaptığınız da yok ki bunları hak edesiniz.

Meydanlara çıkıp yumruklaşmayı bilirsiniz. Yüksek maaş alıp çalışma alanlarında uyumayı bilirsiniz. Makam araçlarına binip milletvekiliyim demeyi bilirsiniz. Dokunulmazlığım var deyip istediğinizi yapmayı da bilirsiniz. Orası sizin park alanınız değil. Orada devlet yönetiliyor, kanunlar tartışılıyor, önergeler sunuluyor. Yumruklaştığınız yer boks alanı değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Gidin istediğiniz yerde yumruklaşın. Ama TBMM'ye gelince uslu uslu oturun, işinizi yapın ve evinize gidin. Her gün yumruklarla milletin gözüne batmaktan vazgeçin. Siz insan olun ki diğerleri de insan olsun.

Yazık, içinde bulunduğumuz şu duruma bakın. Devleti yönetenler bile kavga ediyorsa daha ne olsun. 'Umarım böyle vakalar tekrarlanmaz' demek istiyorum, ama biliyorum ki tekrarlanacak.

İyi seyirler boks izleyenleri....

4 Ağustos 2014 Pazartesi

 4 büyükler

Spor Toto Süper Lig'in açılmasına sayılı günler kaldı. Beşiktaş Feyenoord engelini bir mucize olmazsa aşacak. Fenerbahçe cezası nedeniyle bu yıl da Avrupa kupalarında yer alamayacak. Galatasaray bu sene de Şampiyonlar Ligi'ne gruplardan başlayacak. Trabzonspor Uefa Kupası mücadelesi verecek. 

Takımınızın son durumunu, hangi bölgeye transfer yapması gerektiğini, Süper Lig'de beklenen başarılar, takımların Avrupa kupaları gibi daha birçok konuda değerlendirmelerinizi yorum bölümüne yazabilirsiniz.

Taraftarlar takımlarını değerlendiriyor!

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Cumhurbaşkanı

Cumhurbaşkanlığı seçimine az bir zaman kaldı. Türkiye'de ilk kez cumhurbaşkanını halk seçecek. Adaylar belli. Ekmeleddin İhsanoğlu, Recep Tayyip Erdoğan ve Selahattin Demirtaş. Bilindiği üzere Ak Parti kendi içinden aday çıkardı. HDP de öyle. CHP ve MHP aynı çatı altında toplanarak ortak bir aday çıkardı.

Peki siz oyunuzu neye göre kullanacaksınız. Tuttuğunuz partinin adayına mı? Yoksa güvendiğiniz adaya mı? Öncelikle bilinmesi gerekir ki bu seçim kesinlikle parti seçimi değildir. Seçilen aday Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı olacak. Doğal olarak seçim hazırlığı sürecinde partiler üzerinden çalışmalar devam ediyor. Ben bu duruma katılmıyorum. Cumhurbaşkanlığı seçimi hazırlık sürecinde parti üzerinden yapılan hazırlıklara tamamen karşı bir durumdayım. Hangi partinin adayı olursan ol partini değil, adayın kendisini savun, kendisine destek ol. Aday o makama çıktığında bilmem ne partisi cumhurbaşkanı olmayacak; Türkiye Cumhuriyeti cumhurbaşkanı olacak.

Maalesef Türkiye'de cumhurbaşkanlığı seçiminde bile partiler ön planda. Oysa ki parti seçmiyoruz, cumhurbaşkanı seçiyoruz. Bu durumun farkına varalım. Desteklediğiniz partinin adayına da oy verecekseniz bu durumu şahsi olarak değerlendirin. Bu seçimde mümkünse aklınızdan partileri atın. Kişilere odaklanın. Bu sizin zihninizi açacak, kafanızdaki düşünceleri değiştirecektir. "Ben bilmem ne partisini destekliyorum, hangi adayı çıkarırsa çıkarsın oyumu ona vereceğim." diye düşünmeyin. Desteklediğiniz partinin adayı sizin görüşlerinize uymuyor olabilir. Bu durumda parti fanatikliğinin kurbanı olmuş olursunuz. 

Hangi adaya oy verecekseniz verin partiye değil, şahıslara odaklanın. Bu şekilde daha sağlıklı bir biçimde oy kullanabilirsiniz. Benim düşüncelerim bu yönde. Katılanlar da olacaktır, katılmayanlar da... Takdir sizin..